Ole İspanya !
2009'da İspanya seyahatimizin ilk durağı , Akdeniz dinamizmi ve rahatlığı - keyfe keder şehri : Barselona
B uranın
meşhur Tapas ını yiyebileceğimiz Cituatet Comtal isimli Restoran / Bar'a geldik. Tapas la tanıştık. Yanına turdakilerin tavsiyesi
Sangarya denilen içecekten söyledik. Biz onun içecek olduğunu zannederken meğer
içki olduğunu içerken öğrendik. İlk kadehi bitiremeden insanın kafası bir hoş
oluyor. Baş dönmesiyle gelen bu hoşluk sonrasını yürümekte zorluk çekmelere
bırakıyor. Neyse daha bir kadehi biteremeden bırakıyorum . Onu içersem günümü
otelde geçireceğimden korktum . Bira , kırmızı şarap , limon , buz karşımından
olan bu içkinin kalan kısmını millete içermisiniz diye sunuyorum . Yengeçler,
karidesler, ahtopot , kalamar vb . şeylerden oluşan tapasları bar kısmında o
hoşluk içerisinde yiyoruz. Bu feci mezeler bir daha yenilmek üzere akıldan
çıkartılmıyor.
Neyse tren saati geldi. 19:30 da
kalkan tren 20:00 de burada ... Sonrasında Atocha’dan Retiro Park girişine
doğru şarkılarla türkülerle eğlenerek otele gittik. Çok yorulmuştuk. Yemek
yemek için bile dışarı çıkacak gücümüz yoktu.
Madrid Havalimanı 'na gitmemizle yolculuğumuz burada sona erdi.
3 buçuk saatlik çok rahat bir yolculuğun sonunda Barcelona
Havalimanı’na ulaştık . Rehberimiz ilk olarak
bizi Plaza de Espanya ( Espanya Meydanına ) götürdü . Buarada 10 dakika
fotoğraf çekmek için süre tanıdı . Oradan Barcelona’nın en meşhur panoromik
tepelerinden Montjuic ‘e çıkardı . Bu tepe olimpiyat oyunlarıyla harika bir değer
kazanmış ve muhteşem panoromik görüntü izlemek isteyenler burayı ziyaret
etmelerini öneririm . Buradan sahil yoluna Christophe Columbus heykeli ( Las
Ramblas’nın girişi ) sahil kısmında ise gümrük binaları , Maremagnum alışveriş
merkezi ni hızlı şekilde trafikte gösterdi ve oradan sahil boyunca Diagonal
tarafına gittik. Casinolar ve en eski restorantı gösterdi. Denize giren
insanların yarattığı trafik burada da bizi yalnız bırakmadı. Çünkü tüm
Barcelona burada haftasonları güneşlenir denize girermiş. Buradan en ünlü
eserlerden biri olan La Sagrada Familia ‘ya geldik. Devasa büyüklükteki
kiliseyi ünlü mimar Antoni Gaudi devam etmiş. 1926 yılında kilisenin orada
tramvay kazası geçirerek ölünce kilisenin yapımına şuan da da devam ediliyor ve
2026 yılında bitmesi planlanıyor. Kilisenin üzerindeki heykeller Tevrat ve
İncil’den alınmış bölümleri anlatıyor. Bir cephesi İsa’nın ölümü , diğeri ise
doğumunu sergiliyor.
Buradan da Antoni Gaudi’nin en önemli eserlerinin bulunduğu
Nişantaşından çok daha lüks bir caddeye sahip Passeig de Gracia’da Casa Battlo
ve Casa Mila’yı gördük. Otobüste çok kısa gördüğümüz bu binaları ise yarın
ziyaret edeceğiz.
Geldik Park Güell’e J Bu harika masalımsı
parkta Antoni Gaudi’nin evi ve yarattığı sanat haikası parkı ziyaret ediyoruz.
Parkı üst kısımdan ziyaret ederek o bol mozaikli banklarda oturuyoruz. Ardından
bu bankların altındaki akustik harikası yere geliyoruz. Burası tıpkı yere batan
sarnıcının açık hava versiyonu gibi. Buarada bulunan satıcılar ve sokak
sanatçılarınından da bahsetmemek olmaz .
Akustik harikası yerden aşağıya doğru gittiğimde o meşhur
kertenkele karşılıyor beni. Biraz beklerseniz rahatlıkla fotoğraf
çektirebilirsiniz. Hemen orada o şeker evlere girmeye can atıyoruz. İçine
girdiğimde sadece bir anı dükkanı olduğunu görüyorum . Oradan parkı geldiğim
yönün sol tarafına doğru gidip parkın muhteşem fon oluşturan yer altı ve yer
üstü güzelliğini fotoğraflıyorum .
Barselona’nın en ünlü caddesi Las Ramblas’da yürümeye başladık.
Bu harika caddede kıpır kıpır mim sanatçılarıyla beraber
fotoğraf çektirebiliyorsunuz. Onun dışında eğer para vermezseniz yüzlerini
kapatıyorlar. Çünkü onların tek geçim kaynağı o.
Maremagnum tam deniz kıyısında ve oraya uzaktan baktığımızda
insan seli gördük nedenini anlayamadık. Meğer alışveriş merkezini karaya
bağlayan köprü hareket ediyormuş . İnsanlar bu yüzden köprünün gelmesini
bekliyorlarmış. Bu da çok enteresan bir şey.
Barselona’da düz bir şey görmek zor . Her şey Gaudi’nin eli
değmiş gibi stil , dizayn ve sanat konuşturuluyor. En ufak bir deniz dubası
bile tasarım harikası ...
İkinci gün ise sabahın erken saatinde başladı. . Kahvaltı
yaptıktan sonra turdakilerle Gotik mahalle turunu yapıyoruz. Metroyla Catalunya
da inip oradan Hard Rock Cafe nin sol tarafından girip doşamaya başlıyoruz. Dev
Kathedral , parlemento ve belediye binalarını görüyoruz. Buradaki binaların üst
katına bakın çünkü adamlar kendine vaha kurmuşlar . Binanın tepesinde palmiye
ağacı görüp şoka giriyouz.
Buradan ünlü Las Ramblas’daki La Boquetta’ya giriyoruz.
Harika meyve suyu karışımı olan Papaya – Hindistan Cevizi – Mango karşımı
içiyoruz. 1 Euro’ya harika meyve suları var . Bunun dışında hiç görmediğim
meyveleri görüyor. Onlardan tadımlık alıyoruz.
Ananas , dışı pembeli içi enterasan meyveler , meyve
karışımı ( makedonya ) dan alıyoruz.
Oradan Passeig de Gracia’daki Casa Mila ya gitmek istiyorduk
. Yol üzerindeki harika dükkanlara uğradık. Fiyatlar dehşet yüksekti. Dolce
Gabbana’ya uğrayıp hevesimizi aldıktan sonra yukarı doğru Casa Battlo ya
geldik. Dışardan sanki Tim Burton filmini burada çekliliyormuş gibi geliyor
insana . Masal gibi , enteresan bir yapı.
Karşı tarafında biraz yukarıda Casa Mila’ya geldik.
Burasının bir diğer adı La Pedrera ( Taş Ocağı ) Buraya 9 euro – 1 kişi için
giriyoruz.
Bu harika bina yıllarca bir banka tarafından satın alınmış.
Binanın alt katlarında bu bankanın ofisi ve normal evler yer almaktadır.
Bu şahane binada isterseniz kulaklıklı rehberlik hizmetini
ücretsiz alabilrisniz. Dillerden İngilizceyi seçip yola devam ediyoruz.
Binadaki önemli noktalarda yer alan numaraları
telsiz-kulakığa girip onun hakkında bilgi alıyorsunuz. Sistem muhteşem işliyor.
Binanın bir katı halka açık ve normal apartman dairesini
ziyaret ediyoruz.
En üst teras katına çıkmadan çok mistik ve hoş bir konsepte
sahip alanda bina hakkında maketler , slayt gösterileri , sinevizyonlar binanın
yapısyla ilişkin o masalımsı müzikle size eşlik ediyor.
Burada bu gizemli hoş geziden sonra en üste terasa
çıkıyoruz. Muhteşem görseller burada da bizi bırakmıyor. Her adımı bambaşka
güzelliğe sahip Casa Mila’nın en üst katından Barselona’ya “ben buradayım”
diyebiliyorsunuz.
Binadan ayrılmadan önce anı dükkanına uğruyoruz. Burada da
Gaudi’yle alakalı olan mozaik işlemeli ürünler , değişik tasarımlı tişört ,
kalemler vb. ürünler satılmaktadır.
Gaudi bu binayı yaparken zamanın burjuvası Gaudi’den çok
görkemli bir bina yapmalarını istemiş. Gaudi bu binayı yapıp bitirince kimse
anlam verememiş . Çünkü düz bir duvarı yoktur. Binayı yaptıranlar Gaudi’den
binanın insanların kıskançlıktan çatlacak şekilde yapmalarını ve evlerinin
önünden geçenlerin o binayı görmeleri için banklar yaptırdığını görüyoruz ve bu
bankta oturup meyvelerimizi yiyoruz. Kısa dinlenme molasında evimizi arıyoruz.
Sonrasında yolculuğumuzun bir başka durağı olan Barselona Futbol Kulübü’nün
kullandığı stada “Camp Nou” ya gidiyoruz.
Metrolarla her yere rahatça gidebiliyorsunuz. Metro örümcek
ağı gibi her yerde . Hatta yer altında yaşadım diyebilirim. Kendimize köstebek
dedik. Çünkü en kolay ulaşım yolu bu şekilde.
Neyse sessiz sakin bir mahalleye doğru metroyla geldik.
Haritama bakarak yolu bulduk ve Camp Nou ya geldik. Burada kulübe özel müze-tur
programı uygulanıyor.
3. Gün
Nord Estacion Otobüs Terminaline gidiyoruz. Oradan ALSA
firmasından Andorra la Vella’ya bilet alıyoruz. 2 kişi için 88 euro ödüyoruz.
Gidiş-Dönüş için . Turla gitseydik adam başı 60 euro ödeniyor.
Neyse daha zaman var . Terminalde anı dükkanlarında
bakınırken fiyatların burada daha uygun olduğunu görüyoruz. Andorra’dan dönüşte
buraya geleceğiz dedik.
10:30 da tam vaktinde otobüs şöförü geliyor. Biletleri
otobüs şöförü kontrol ettikten sonra direksiyonun başına geçiyor. 3,5 saat
sonra orada oluyoruz.
Geldiğimizde küçücük , dağların arasında kalmış bir kasaba
bizi bekliyordu. Sokaklarda kimsecikler yok. Neyse birkaç kişi bulduk “
Alışveriş yerleri nerede diye” sorduk. Onlar her yer cevabını verdi. Bizde
dolaşmaya başladık. Dükkanların yüzde 90'ını siesta yüzünden kapalı. Sadece
parfümeri ve birkaç giysici açıktı. Otobüsümüz 17:00 de kalkacaktı.
Andorra çok küçük bir ülke. Bu küçük ülkenin nüfusu 60 bin kadar . Ülkenin havalimanı ve tren
istasyonu yok . Geliri sadece alışveriş ve kayak turizmine dayanıyor. Yılda
gelen vergisiz alışveriş canavarları pardon turistler sadece 6 milyonu buluyor.
Otobüsümüz kalkıyor. Bu sefer 5 kmlik Cadi tünelinden değilde
Lleida diye başka bir şehrine uğruyor. Bir barın orada mola veriyoruz.Sonrasında köy kasaba dolaşarak akşam 21:30 da Nord Estacion
a varıyoruz.
Sonrasında ertesi gün için planlar yaptık . Bu saate kadar
sanki hiç barcelona ya doymamış gibiydim . Girona ya da gitmek istiyordum ama
ne bileyim . Barcelona çok daha cezbediyordu beni. Uzun yol yolculuğu
yapmama kararında hem fikirdik . Son barcelona günümüzün tadını çıkartacaktık .
4. Gün
Barcelona’ya doymaya adadığımız bugün bizim için dinlene
dinlene hoş bir eğlenceye dönüşmesini umut ediyorduk.
Turdaki rehber “Tibidabo tepesi” ni görüp görmediğimizi
sordu. Bende açıkçası Montjuic e gittiğimiz için oraya gitme taraftarı
değildim. Neyse turdaki herkes bizi ikna etti ve oraya gitmemiz gerektiğine
inandırdılar. Diğeri ise bize “Poble Espanyol” ( Küçük İspanyol Köyü) nden
bahsetti. Ben araştırmamda buranın iyi olmadığını düşündüm ve açıkçası burayı
da eklememiştim listeme ...
Neyse kahvaltı yapılır bir durak sonra olan Tibidabo ya
gelinir. 1,5 saate yakın Mavi Hat tramvayın gelmesi beklenir . Burada o gelene
kadar şarkılar türküler söylenir. Turistler birikir. Herkes beklemekten sıkılır.
Neyse tablodan biri saat 11 de geleceğini söyler. Canımız sıkılır. 09:30 da
geldiğimiz yerden ayrılırız. Herşeyde bir hayır vardır lafını felsefe
edindiğimizden kafaya takmayıp tura Poble Espanyoldan devam ederiz. Öncesinde
10lu biletimiz biter . Günlük bilet alırız. Bu sınırsızdır. Plaça de Espanya (
Fuar alanını – ilk geldiğimiz yere gelnir ) oradan geçilir ve 20 dakikalık
yürüme sonrasında Poble Espanyol keşfedilir.
Biletle girilmektedir. Öğrenci kartımla biletleri uyguna
aldığıma çok sevindim . Sonrasında içeri girdik. İspanya’daki en önemli binalar
buraya orijinal boyutlarına yakın yapılmıştır. Bu şahane yere sağ taraftan
başlanır. Emanet dolabına o ağır çantamı 1 euroyu geri almak şartıyla koyulur.
Neyse bu şahane yere iyi ki gelmişiz deriz. Etraf çocuk
kaynıyor. Çünkü burada adamlar çocuklara sanatı , tarihi yerinde öğretme yoluna
gittiklerinden daha 5 yaşından itibaren buraya getiriyorlar. Cam ocaklarını
ülkenin o en tarihi binalarını gösteriyorlar. İçeride yer alan tiyatro
alanlarıyla ve Workshop ( sanatsal çalışma odaarıyla ) geleceğin Gaudilerini ,
Picassolarını , Dalilerini , Mirolarını yetiştirme yoluna gidiyorlar. Bu harika
köyde çok harika vakit geçiriyoruz. Buraya özgü cam ve seramik eşyalardan
alıyoruz.
Sonrasında hızla Jaume I de indik . Ferran
Caddesinden geçerek La Boquetta kapanmadan oraya gelip son bir kez bu harika
pazarı görmek istiyorduk. Neyse son yarım saat kala yetiştik. Bir de ne görelim
. Akşam Pazarı esintisi burada da var . “ün eyro sikuente , ün eyro “ lafı
burada kulağıma takılıyor. Yani 2 tanesini 1 euro ya alıyorsunuz. Gündüz 1
meyve suyu 1 euro iken akşam pazarında 2 tane alabiliyorsunuz. Meyveler falan
bu şekilde satılıyor. Neyse alacaklarımızı aldık.
Odaya gidip çantalarımızı Madrid için hazırlama zamanı gelmişti.
5. Gün
Sabah kahvaltısından sonra saat 8:30 da ayrılıyoruz. Turla
beraber Aragon otonom bölgesinin Zaragoza şehrine gidiyoruz. 13:00-13:15 civarı
buraya geldik. Koca Kathedrali dolaştık. Ayinler her tarafta devam ediyor.
Sonra nihayet Madrid sınırlarına girdik. Hava kapalı
gibiydi. Trafik çok yoğundu.
Rehberimiz Ali Bey sürpriz yaparak bize kendi yazdığı kitabını takdim
etti . Bu bizi çok mutlu etti.
Neyse trafik sonrası otele geldik. Kaldığımız otel çok gıcık
bir yer. Konumu tam şehrin göbeği fakat çalışanları suratsız. Kaldığımız kat 6.
ve asansöre binmek için otelde tam 7 dakikaya yakın yürüyorsun. Otele gidilir.
Yerleşilir. 1 Saat sonra lobide bizimkilerle Plaza Mayor a gidilir. Burada Ali
bir Kalamar Ekmekçi önerir. Sonra herkes dağılır. Ablamla buradan Sol Meydanı
falan dolaştık. Hava akşam 10 oldu halen aydınlık .
6. Gün
Mağazaların fiyatları burada çok daha iyiydi. Bir
çantacı gördük. Ablam fiyatları görünce inanamadı. Taksitli zannetti ama
değildi. Siesta zamanı olduğu için 16:30 da açılacaktı.
Neyse sonrasında yanındaki Cafe & Té denilen kafeye
geldik. Burada kaliteli kahveler içtik . Dışarıdan gelen geçeni izliyorduk. Ön
masadakiler bize yardımcı olmamı istermisin falan dedi. Bende evet dedim .
Çünkü dün gece haritadan gideceğimiz yerleri işaretlerken belli noktaları
bulamıyordum . Onlara outletleri falan sordum . Dediğim yerleri falan doğruladı
ve gösterdi.
Alışveriş ağırlıklı gezimiz Gran Via Caddesi boyunca devam etti.
Yarın ki yolculuğumuz Toledo bizi bekliyordu.
7. Gün
Bugün benim doğum günüm ! Sabah annemler , ablamlar doğum
günümü kutladılar !
Neyse sabah turdakilerle orada karşılaşmamak için geç
kalktık. Onlarsız ağır ağır kahvaltı yaptık. Sonrasında Atocha Tren istasyonuna
gittik. Toledo için bilet alırken tren istediğim saatteki treni kaçırdık. Ablam
buna sevindi çünkü o 12.30 daki treni istiyordu. Bileti aldık. Burayı dolaşmaya
başladık. Bu gar 2004 yılında 192 kişinin ölümüne neden olan bombalı saldırıyı
geçirmişti. Ama şu an ondan eser yok ! İçindeki o muhteşem botanik bahçesi ve
balıklar , kaplumbağalar burayı değiştirmişler.
2 Kişi
gidiş-dönüş 30 euro tuttu ! Eğer turla gitseydik 2 kişi 120 euro verecektik.
Hemde onlar otobüsle gideceklerdi. Biz hızlı trenle 35 dakikada orada olacağız.
Neyse uzay mekiğine benzeyen çağ atlamış İspanya’nın TCDD si RENFE nin AVANT
model trenine biniyoruz. İçi muhteşem rahat ! Herhalde bunu ülkemizde 150 yıl
sonra görürüz !
Neyse ablam uyumaya çalışırken bir baktık hemen geldik.
Herkes şok oldu. Bu kadar hızlı ve rahat !
Toledo’nun çok tarihi mundehar yapıdaki tren garından
geçtikten sonra tüm turistlerle birlikte halk otobüsüne bindik. Zaten Zocodover
meydanına çıkana kadar şehri panoromik dolaştırdı.
Hemen buraya geldik. Ablamı Zoco treni ile dolaştıracaktım .
Tren bileti aldım 14:00 de gidecektik ! Ablamla birkaç sokağına girdik. 13:30
da trene bindik bekliyoruz.
Trenimiz kalktı. Önümde oturanlar dudaklarından mıknatıslı
gibi yapışık gittiler. Trenimiz çok şirin ! Neyse gezimizi İngilizce-
İspanyolca sesli kayıtlar çalınarak gittik. 40 dakika sürdü. İki kişi için 9
euro tuttu ! Ama iyiki binmişiz. İnternetten araştırmam süper oluyor !
Neyse tren sonunda info deski aramaya koyulurken orada bir
turist bana kendi haritasını veriyor.
Sonrasında ablamla dolaşıyoruz. Mc Donalds restoran değil ,
tuvalet bizim için ! İyi ki var !
Neyse oradan çıkıyoruz ablamla Toledo’nun labirent gibi
sokaklarını keşfediyoruz. İnanın harita yetersiz. . Siz en iyisi bir navigasyon
cihazı temin ederek gidin !
Neyse kathedralde çok kısa gezindik , sonrasında şehirdeki
Camileri keşfetme derdindeyiz. Hava şansımıza açtı ve feci şık giyimli
kişilerin neden böyle olduklarına anlam veremeden dolaştık durduk . Bir yerde
herkesin girip çıktığı bir yere girdik. Marzipan diye bir şey alıp
çıkıyorlardı. ( Yarın öğrendim meğer netten okuduğum badem ezmesiymiş )
Açıkçası rahibelerin satması beni tedirgin etti .
Sonrasında El Greco’nun evi , müzesi ve Seferad müzesi ,
sinagogu dolaştık sonrasında ise bu sevimli kentin sokaklarında harita elimde
camiiyi bulduk. Ama bu daha çok mescide benziyordu. Çünkü minare falan
göremedik. Kapısı başka yerde falan ! Ama şansımıza kapalıydı.
Toledo da görülmesi gerekenler arasında 2. sırada olan
Mezquita de la Cruz isimli camiiyi bulduk zor bela ! Görünce şoka olduk ! Çünkü
yıkıntı , döküntü bu yer camii olamazdı. Sinagoga gittik ücretsiz girişli
muhteşem müzesiyle harika bir kültür tanıtımı yapılıyordu. Kathedrale gittik
,orasıda muhteşem dini tanıtım yapılmakta. Hem burası paralı hemde feci döküntü
! Çok üzüldük. Neyse bu üzüntüyle yola devam ettik ve zoco trenimizle
geçtiğimiz yerden geçerek Zocodover meydanına geldik.
8. Gün
Artık yuvaya dönme vakti gelmişti. Madrid'in meşhur
pazarı El Rastro bizi bekliyordu. Pasaportları teslim ettik otele güvenlik için
. Sonra Plaza Mayor a gittik. Burası sanki bayram alanı gibi gösteri
yapanlarla kaynıyordu. San Gines diye ünlü Churrocuya girdik. Hoş.
Yorumlar